-->
   
  İVERÖNÜ KÖYÜ
  Hapiy Cevdet yıldız
 
Çerkes Sorunu Gözden Geçirilmeli


 

Hapi Cevdet Yıldız

22 Mart 2011

Geçtiğimiz yıl 21 Mayıs etkinliği kapsamında İstanbul'da Taksim'den Galatasaray'a,Rus Başkonsolosluğu'na doğru bir Çerkes yürüyüşü yapılmış va başarıyla tamamlanmıştı.Yürüyüşün amacı,1864 yılında Rus hükümeti tarafından Çerkeslere uygulanan yok etme/soykırım politikası ve 2014 Soçi Olimpiyadı konusunda Rus düzenleyicilerin sürdürdükleri sinsi ve ikiyüzlü tutumları kınamaktı.Bilindiği gibi 1864'te,Bağımsız bir ülke olan Çerkesya ,Karadeniz kıyıları ve gerisindeki bölgeleri kapsamak üzere,Rus ordusunca  işgal altına alınmış,yerli nüfus son bireyine değin o yerlerden çıkarılarak,Osmanlı hükümeti ile işbirliği içinde ve süngü gücüyle gemilere doldurulup Türkiye'ye sürülmüştü.
Sözü edilen kıyı bölgesi Çerkeslerinin,yani Natuhay,Şapsığ,Vıbıh,Ciget ve Abzah topluluklarının toplam nüfusu 1 milyonun  üzerindeydi.
Daha başka yollardan,Çerkesya’nın doğu yörelerinden Türkiye’ye gidip yerleşen Çerkes toplulukları da  vardı-Besleneyler ve Kabardeyler gibi.
  Çerkeslerin bir bölümü,1859 yılı ve öncesinde Rus yönetimine alınan Çerkesya’nın iç ya da doğu  yörelerinde (şimdiki ‘Adıge’ ve ‘Karaçay-Çerkes’ yörelerinde) yaşıyordu.
Rus hükümetince boşaltılması kararı verilen kıyı bölgesi Çerkeslerinin küçük bir bölümü,zorunlu olarak yerlerinden ayrılıp Rus hükümetinin yerleşme izni verdiği doğu yörelerine (Kuban Irmağı boyundaki düzlüklere) göç edip eskilerden beri oralarda yaşayan ve Rusya uyruğu olan Çerkeslerin,yani Bjeduğ,K'emguy ve Kuban Kabardeylerinin bulunduğu yörelere yerleşmişti.
O zamanlar oraları sıtma yatağı ölüm tarlaları niteliğindeydiler.
Bu biçimde doğu yörelerine göç eden Kıyılı  Çerkeslerin (Xı Uşo Us Adıgexer) sayısının 40 bin dolayında olabileceğini düşünüyoruz.Kuban yöresinde 1830'lardan ve  1859'dan beri Rusya yurttaşı olan 60 bin kadar Çerkes yaşıyordu.O sayıa  40 bin göçmen Çerkes'i de  eklediğimizde,eski Bağımsız Adıge toprağında, 1864'te  100 bin dolayında bir Çerkes nüfusunun yaşamakta olduğunu düşünebiliriz.Rus verileri  de  100 bin diyor.Oysa,bu sınırlar içinde,Bağımsız Adıge’de Rus komutanlığınca,1830’da  casuslar eliyle yaptırılan bir araştırmaya göre,  1 milyonun üzerinde bir Adıge nüfusu bulunuyordu (1).
Bu sayıya,daha doğuda bulunan ve 1774'ten beri  Rusya yönetiminde  olan Kabardey yöresindeki Çerkes nüfusu katılmış değil.Bir zamanlar yüzbinleri bulan Kabardey Adıge nüfusu,kasıtlı veba salgını sonucu yok olmanın eşiğine gelmişti (Cani ruhlu General Yermolov’un,veba bulaştırılmış sincapları n Kabardey ormanlarına bıraktırdığı,ardından yöreyi abluka ve karantinaya aldırdığı biliniyor).
Sorun,1864 sürgünleriyle de yatışmadı.Kuban yörelerinde birikmiş olan 100 bin Çerkes nüfus Rus yönetimince  fazla ve tehlikeli bulundu.İkinci  bir program uygulandı,huzursuz etme ve dış göçe zorlama politikaları gündeme sokuldu,özellikle 1880'lerde,çoğunluğu Karadeniz kıyılarından Kuban yöresine,daha doğrusu bugünkü Adıge Cumhuriyeti'nin bulunduğu  yöreye göç ettirilenler olmak üzere,o zamanki Kuban oblastı (vilayeti) Çerkes nüfusunun yaklaşık yüzde 80'i de kafileler halinde Türkiye'ye göç ettirildi.Yöre adeta Çerkes nüfusundan boşaltı, 1897 resmi rakamlarına  göre,Çerkes sayısı  43 bine düşmüştü.
Sözü edilen sınırlar içinde,bugün,2002 nüfus sayımı rakamlarına göre, 200 bine yakın  bir Çerkes nüfusu yaşıyordu.
Daha az baskı gören ve en doğuda bulunan Kabardey yöresi nüfusu ise,1864’teki 40 bin sayısından 2002’de 520 bin sayısına yükseldi.
Diğer Kuzey Kafkasya yörelerindeki genel nüfus artışı oranına göre,Kuban oblastındaki ya da şimdiki Krasnodar Kray,Adıge ve Karaçay-Çerkes regionlarındaki Çerkes nüfusu,ikinci kez göçe tabi  tutulmasaydı ve normal bir artış yaşansaydı ,Çerkes nüfusu,bugünkü  190 bin nüfus yerine,en az 1 milyona  ulaşmış olabilirdi.
Bu üzücü ve utandırıcı tablo, gelmiş geçmiş bütün Rus hükümetleri tarafından görmezlikten geliniyor ya da yadsınıyor.Onlara göre,Çerkesler "kendi istekleriyle" topraklarını bırakıp Türkiye'ye göç ettiler.Tabii ateşe verip yaktıkları binlerce Çerkes köyünden,katledip uçurumlardan attıkları ve vahşi hayvanlara parçalattıkları,denizde boğdurdukları  Çerkeslerden  söz edecek değiller ya...
 
***
2014 Soçi Olimpiyadı
Soçi'nin bulunduğu yöre,ilkin 1838'de kıyıya bir çıkartma yapan Rusların eline geçmiş,ardından   Çerkesler tarafından  geri alınmış,en son olarak da 30 Mart 1864'te Çerkeslerin elinden çıkıp yeniden Rusların eline geçmişti.Ruslar Soçi yerinde  Navaginsk adlı bir kale kurmuşlardı.Kıyı boyunca daha başka kaleler de kurmuşlardı. Bütün bunlar tarihsel birer gerçektir.
İşin tuhaf yanı, Rusya Başbakanı Vladimir Putin,2014 Soçi Olimpiyadı tanıtımı nedeniyle,Olimpiyat Komitesi önünde yaptığı Soçi tarihi ile ilgili konuşmasında,Soçi'de Kolhidlerin,Greklerin ve Osmanlıların yaşadığını,yöreyi Osmanlılardan 'aldıklarını'  söylemiştir.Yörenin egemen/yerli  halkı olan Adıge/Çerkes adını ise ağzına almamıştır.
1829 Edirne Antlaşmasına göre,Osmanlı Devleti,Soçi yöresi de içinde, Çerkesya kıyıları üzerindeki hükümranlık (sahil denetimi) haklarından Rusya Devleti lehine olmak üzere vazgeçmişti.
Ancak,Edirne Antlaşması Çerkesler tarafından tanınmamış ve kağıt üzerinde kalmıştı.Anlaşılan Putin,Çerkes varlığını aradan çıkarmak için 1829 Edirne Antlaşması’na atıf yapmış olmalı.
Türkiye'deki ve dünyadaki genç Çerkesleri kızdıran şey  de budur,Ruslarca uygulanan Çerkes soykırımı,etnik temizlik ve ülke dışı sürgün/deportasyon olaylarının gözlerden saklanmaya çalışılması ya da yalana dayanan politikalar sürdürülmek istenmesidir.
***
Çerkes bayrağı ve eski Adıge  (Çerkesya)
Bugün dünyadaki bütün Çerkesler tarafından benimsenen ulusal bayrak,dün Bağımsız Adıge’de ya da Çerkesya’da dalgalandırılıyor,bağımsızlığı simgeliyordu,aynı bayrak bugün Adıge Cumhuriyeti'nde  devlet bayrağı olarak,RF bayrağı ile birlikte kullanılıyor (ilginç ve güzel bir olgu).Bu bayrak,özel ya da örgüt bayrağı olarak da kullanılabiliyor.Aynı Adıge bayrağı,İsrail’in Kfar-Kama Şapsığ Belediye binasında da,İsrail bayrağı ile birlikte dalgalandırılıyor.
Adıge/Çerkes bayrağında koyu yeşil bir zemin üzerinde altın renginde 3 çapraz ok ve 12 yıldız bulunuyor.Bayrağın tarihçesi,ok ve yıldızların ne anlama geldikleri konusunda değişik söylemler var.
Bize göre,bu söylenenler kesinleşmiş değil,yorum niteliğinde sözlerdir.Peki gerçek nedir?..
Çerkesler öteden beri bayrak kullanırlardı.Bayraklı saldırganlara karşı ülkeyi savunan Çerkeslerin bayrağın ne anlama geldiğini  bilmemeleri düşünülebilir mi?Çerkes toplulukları ya da aşiretleri çapraz oklu ve yıldızlı bayraklar kullanıyorlardı.Çapraz ok ve yıldızlar,Adıgelerin tanıtıcı işaretleri,simgeleri.Adıgelerin böyle bayraklarının bulunduğuna ilişkin veriler de vardır:
Elimizde,savaşta Ruslara kaptırılan,Gürcistan’daki bir Rus askeri deposunda bulunan ve 1864 yılı öncesine ait iki bayrak, Natuhay ve Şapsığ bayrakları var,şimdi Maykop’taki Adıge Ulusal Müzesi’nde korunuyorlar.Ancak bunlar bayrak olmaktan çok flama özelliğinde.Asıl Şapsığ bayrağı,çocukluğum sırasında anlatıldığına,hayal meyal anımsadığıma göre 5 yıldızlı imiş (Düzce’nin Arapçiftliği köyünde bunu bilenler kalmış olabilir.-hcy).Kitaplarda yayınlanmış  bayraklar olarak, 12 yıldızlı Adıge bayrağı dışında,bir de Kabardey arması resmi  var.Bu arma Rusya’ya ilhak edilmiş olan Kabardey arazisini temsil ediyordu,bayrak  1770’lerden kalma olup şu adı taşıyor: “Герб кабардинском земли” (Kabardey toprakları arması) (2).Kabardey arması,biraz aşağıda sözünü edeceğimiz İngiliz David Urquhart’ın 1834 Çerkesya ziyaretnden 60 yıl öncesine aittir.
Hayli süslü ve  yuvarlak biçimli olan Kabardey armasının tepesinde tahtı temsil eden  haç işaretli bir taç,armanın  ortasında yukarıdan aşağı bir dikdörtgen zemin üzerinde 2 çapraz ok ve 3 yıldız bulunuyor,onun da ortasında  daha da küçük ve  yukarıdan aşağıya bir dikdörtgen zemin üzerinde bir hilal (yarımay) resmi yer alıyor.
Ok ve yıldızlar Kabardey arazisi Adıge halkını,hilal İslam dinini,taç da Çar’ı/Rus tahtını temsil ediyor olmalı.
Çapraz oklar ve yıldızlar taşıyan Kabardey arması,kuşkusuz ortak Adıge geleneğinin ya da ulusunun  bir simgesi ve yansıması  olmalı.Buna göre Adıge  toplulukları ya da yöreleri tarafından kullanılan ok ve yıldız işaretlerinin Adıgeleri,işarete göre, Adıgelerin tümünü  ya da yıldız sayına göre,bir   Adıge topluluğunu  tanıttığını      söyleyebiliriz:3 yıldız Kabardey,5 yıldız Şapsığ,12 yıldız Adıge ulusu gibi.
***
Eski Adıge Ülkesi
1864 yılı öncesi Adıge ülkesi değişik özerk  yörelerden oluşuyordu ve bir ulusun adını,yani  “Adıge” adını taşıyordu.Yabancılar Adıge ülkesine “Çerkesya” ya da “Circassia”  diyorlardı.
Adıge ülkesi yabancılara kapalıydı.Ülkede tek bir Adıge egemenliği vardı,yörelerin egemenlik,Adıge’den ayrılma hakları yoktu.
Bu ülkeye ancak,bazı konuklar ve Adıgelerin izin verdiği kişiler,onlar da gözetim altında ve sınırlı yerlerle kısıtlı olmak üzere girebilirlerdi.Gizli geçitler ve stratejik noktalar vardı.Böyle yerler yabancılara gösterilmez,sır olarak saklanırdı.Belirli kişiler dışında,konuklar, rastgele kişilerle konuşturulmazlardı.
Bütün bunlara güvenlik nedeniyle gerek görülüyordu.Yabancılar kıyı  ve sınır kasabaları dışında içerilere alınmazlardı.Buna Osmanlılar da dahildi,Osmanlılar Anapa ve Sucuk-Kale (şimdi ‘Novorossiysk’) gibi kıyıdaki kale ve limanlardan uzaklaşamazlardı.Onlara daha fazla hak ve yetkiler verilmemişti,çünkü casusluk yapabilir,para karşılığı bilgi satışı yapabilirlerdi.Arada sadece bir ittifak ve ticari alışveriş durumu vardı.Yabancılara yönelik çok sıkı bir denetim ve gözetim vardı.
Adıge ülkesindeki önlemleri bilen Ruslar,istihbarat konusunda, yerli elemanları/casusları  kullanıyorlardı.Adıge zayıfladıkça casus sayısı da artmış,Ruslara kılavuzluk yapan hain sayısı çoğalmıştı.
***
Meclisler
1796 yılı antifeodal devrimi sonucu Adıge ülkesinde feodalizm tasfiye edildi,egemenlik halk meclisleri eliyle köylü  (fekol’/фэкъол1)  sınıfının eline geçti.Böylece Adıgey,kendine özgü,sınıfsız diyebileceğimiz  bir dünya ülkesine dönüştü.Durumdan köylü halk memnundu.Ama bu yapı sınıflı dünyaya ters düşüyordu.İngiliz Thomas More’un (1478-1535) “Ütopya” (1516) ve İtalyan yazarı Tomasso Campanella’nın  (1568-1639) “Güneş Ülkesi”ni  andıran bir toplum ve devlet sistemi  oluşmuştu.
O hayali ülkelerden farklı olarak Adıge’de bireysel mülkiyet vardı,ancak çok sıkı bir yardımlaşma ve dayanışma da vardı.Toplum içinde çok yoksul ya da çok zengin olanlar ya da  dilenenler/dilenciler yoktu.Gelenek katıydı.Hiçbir insanın aşağılanmasına ya da küçümsenmesine izin verilmiyordu.Suç oranı  da son derece  düşüktü,hapishane yoktu, idam  cezası ise ya hiç yoktu ya da   casuslara uygulanıyor  olmalıydı.
***
Ülke,her biri özgür ve özerk olan yörelerden oluşuyordu.Ancak,belirttiğimiz gibi, yörelerin egemenlik hakları yoktu.Egemenlik tekti ve merkezi  Adıge/Ülke egemenliği biçimindeydi.Her bir yörenin,yöre alt birimlerinin ve köy birimlerinin ‘xase’ (h’ase okunur) adı verilen yöresel halk (fekol’) meclisleri vardı.Bu meclisler gerek görüldükçe toplanırdı.Ülke Meclisi’ne/Üst Meclis’e ise, “Zefes” (Зэфэс) denirdi.Zefes’in aldığı kararları kimse çiğneyemezdi,buna fırsat verilmezdi.Xase ve Zefes (Ulusal Meclis) üyeleri mutabakatla (bir tür seçimle/oydaşmayla) görevlendirilirlerdi.Bunların belirli bir toplanma yerleri yoktu.Açık havada ya da uygun bir yerde toplanılırdı.Meclisler yasama,yürütme ve yargı görevlerini üstlenirdi.Mahkeme kurmak,yargıç atamak,yöresel kararlar almak,yasa çıkarmak  xase’lere aitti.Zefes ise,önemli yasaları (xabze) çıkarır,dış ülkelere gönderilecek elçi ve temsilcileri görevlendirir,savaş ve barış kararı alır,savaş sırasında orduyu yönetecek tam yetkili  başkomutanı (hakim) ve cephe/yöre komutanlarını seçer,üst yargıçları atardı.
Modern parlamento ise,13 Haziran 1861’de kuruldu,parlamento binası şimdiki Soçi (Ş’açe) yakınındaydı.
***
Adıge Ulusal Bayrağı’nın tarihçesi
İstanbul’daki İngiliz Büyükelçiliği’nin genel sekreteri olan David Urquhart 1834yılında Çerkesya’ya geldi ve Çerkes ileri gelenleriyle görüştü.Urquhart,Çerkeslerin tek bir bayrak altında birleşmelerini ve kendi özgüçlerine dayanmalarını,dış yardım geleceği gibi propagandalara pek kanmamalarını söyleyerek,kısa bir ziyaretten sonra İstanbul’a  geri döndü.Ömrünün sonuna değin Çerkes dostu olarak kaldı.
Urquhart’ın ziyareti,bazılarınca Çerkes bayrağı fikrinin Urquhart’dan çıkmış olduğu biçiminde yorumlanıyor.Doğru olamaz bu.Kabardey arması konusunda söylediğimiz gibi,Urquhart’dan 60 yıl önce bugünkü Adıge bayrağının prototipleri (ilörnekleri) Adıgeler arasında kullanılıyordu.Urquhart bir bayrak altında toplanmak,yani modern bir devlet kurmak ,o yolla dümana karşı bir etkili güç oluşturmak gerektiğini söyledi.Gayet doğal bir şey bu.Bayrak bilinci Çerkesler arasında zaten vardı.Yukarıda kanıtlarıyla ortaya koyduğumuz gibi Çerkeslerin bayrak,flama ve armaları vardı,bunları taşıyorlardı.Bayraklarda, Adıge işaretleri olarak, ok ve yıldız kullanılıyordu.
Urquhart’dan sonra İstanbul’daki bir Adıge kadını da üç oklu ve 12 yıldızlı bir bayrak gönderdi.Bayrak bir Zefes (Ülke Meclisi) toplantısında açıldı. “Binlerce kılıç havaya kalktı,parladı ve bayrağı selamladı”.Demek ki halk bayrağını tanıyordu,en azından bu olay,halkın bayrağını tanıdığını kanıtlıyor.
Bu bilgi bir yabancı gözlemci tarafından veriliyor ve başka toplantılarda bayrak dalgalandırılmadığı anlamını içermiyor.Ayrıca “Xase” sözcüğünün anlamı “çakma”dır.Meclis toplantılarında ortaya bir bayrak ya da flama çakılır,Meclis üyeleri flamanın çevresine halka oluşturacak biçimde serilen minderlere otururlardı.
Bütün bunlar Adıgeler arasında bir bayrak bilinci bulunduğunun kesin kanıtları olmalı.
Bayraktaki 12 yıldızın 12 konfederal yöreyi ya da bazı aşiretleri temsil ettiği söylenir,pek sanmıyorum.Ayrıca adlar konusunda kesin bir görüş birliği de yoktur.Ayrıca Adıge’deki yöre ya da topluluk sayısı 12’den çoktur.
Güzel bir rastlantı olmalı AB/Avrupa Birliği bayrağında da 12 yıldız vardır.
Bayrak işi,kuşkusuz rastgele bir seçim değildi,hele dışarıdan  bir empoze de olamazdı.Bu, halkın,ulusun kendi seçimidir.Bayrak konusu zamanla  daha da aydınlatılacaktır,kanısındayım.
***
Tek bir Çerkesçe mi yoksa ‘Çerkes dilleri’ mi?
12 Mart 2011 cumartesi  günü Ankara’da herkesin gıpta ile baktığı bir Çerkes Mitingi yapıldı.Mitingde yüzlerce Adıge/Çerkes bayrağı taşındı ve dalgalandırıldı.Ayrıca birkaç Abhaz,Oset,Çeçen ve Dağıstan bayrağı  da taşındı.Bunda bir sakınca yoktur.Miting, “Çerkes Hakları İnisiyatifi” adlı  bir gruptarafından düzenlenmişti.Cherkessia.net sitesi çevresinde toplanan “Çerkesya Yurtseverleri”  de  mitinge destek verdiler,bayrak yardımı da yaptılar.
Mitinge yurdun dört bir yöresinden gelmiş  gönüllü Çerkesler katıldılar.Çoğunluk genç gönüllülerdeydi.Bu da ulus bilincinin canlılığını kanıtlıyordu.
Kafkas/Çerkes dernekleri  ise,edilgen/folklorik  kuruluşlar olarak, kesin bir tavırla mitinge karşı çıktılar ve mitingi başarısızlığa uğratmaya çalıştılar, ama başaramadılar.
***
Bu arada ulusalcı/ırkçı gazeteci Murat Bardakçı, ‘devlet anadillerini değil,sadece resmi dili,Türkçe’yi okulda okutur, devlet anadilinde yayın yapmaz’,devlet sadece Türkçe televizyon yayını yapar gibi  Çerkesleri  suçlayıcı bir yazı yazdı.Bardakçı,kendisinin yarı ‘Çerkes’, anne tarafından Karaçay olduğunu söyledi.Bilindiği gibi,Türkiye’de Çerkes olarak tanınmakla birlikte,Karaçaylar Çerkesçe  değil,Tatarca/Türkçe  konuşurlar.
Dil ve kültür soykırımcısı,ırkçı Bardakçı,devlet anadilinde yayın yapmaz,resmi dilde yayın yapar,diyor.
Demokrasi,uluslar arası norm ve hukuk bir yana,biz de soralım:Peki,Kürtçe anadili değil midir?Devlet ne diye 7 gün ve  24 saat Kürtçe yayın yapıyor?Bardakçı Kürtleri gözden çıkarmış da,sadece Çerkeslere mi  takmış?..
 
Bardakçı’nınkafadarı‘tarihçi’ Erhan Afyoncu da, Çerkesçe ve Çerkesler adına demokratik hak talebinde bulunan kişilerin işsiz kalmış eski solcular ve komünistler olduğunu iddia etti.Demokrat bir insanın,bir bilim adamının  söyleyeceği   sözler bunlar mı olmalıydı?Bu da Afyoncu’nun kıratını belli etti.Yani onun ırkçı/gerici özünü açığa çıkardı.
Biliminsanı önyargılı ve ırkçı olmaz.
***
Dile gelince,hemen söyleyelim birçok değil,tek bir Çerkesçe dili vardır.Bu dile,özgün söyleyişiyle Adıgece denir.Diğer diller Adıgece ya da Çerkesçe değildir.Çerkesçe dışında,Türkiye’de Abazaca,Abhazca,Karaçayca,Osetçe,Çeçence ve Dağıstan dilleri gibi bir dizi Kuzey Kafkasya çıkışlı dil vardır ve konuşuluyor.Başka diller de var tabii.Türkiye’de 40,belki daha da fazla dil vardır.
Ancak Bardakçı ve Afyoncu gibi ,bütün bu dil ve kültürleri tek dil potası içinde eritme politikasını savunan bir sürü çağdışı ve hasta beyinli kişi vardır.Saddam,Hüsnü Mübarek ve Kaddafi örneklerinden de anlaşılacağı gibi,çağdışı ve hasta beyinlerin  bir geleceği yoktur.
Değişik dillerin hepsi adına hak talebinde bulunulabilir,demokratik haklarıdır.Öylesine konularda kimse suçlanamaz.Sonuç olarak, Adıgece olarak bilinen tek bir Çerkesçe dili vardır ve Kuzey Kafkasya kökenli nüfusun büyük çoğunluğunun  da (en az yüzde 70’inin) dilidir.
Ulusalcı/Kemalist demagoglar “Hangi Çerkesçe,70 adet  Çerkesçe var,hangisinde yayın yapacaksınız?” diyor ve  aleyhte bir kamuoyu oluşturmaya çalışıyorlar.Irkçıların babalarından Prof.Fahrettin Kırzıoğlu da öyle yazıyordu.
Bu bakımdan İnisiyatif,sanırım bilimsel yanlışlık dışında,bir de bir  taktik  hata içinde. “Çerkes dilleri” diyerek demagoglara/faşistlere çiğneyecekleri sakız sunuyor,belki bilmeden kendi kalesine gol atıyor.
Çerkes şemsiyesi altında sadece Çerkes dili,Kuzey Kafkasya ya da Türkiye şemsiyesi altında Çerkesçe de dahil olmak üzere,diğer Kuzey Kafkasya dilleri ya da Türkiye’deki  bütün diller savunulabilir.
***
Demokratik bir anayasa kabul edildiğinde bütün diller zaten hak sahibi olacaklardır.Bundan kaçınılamaz.Dil çokluğu zayıflık değil,bir zenginlik öğesidir.40 dil,40 kültür ve 40 dünya demektir.Çin’de 55,Hindistan’da 35,Rusya’da da 34 resmi dil vardır.BM üyesi  190 üzeri ülke içinde,Türkiye dışında  dil yasağı bulunan ülke kalmış mıdır?..
Uygar ülkelerdeki dil eğitimi uygulaması   şöyle:Bir yerde,diyelim,çocuğu için anadili eğitimi isteğinde bulunan  20 öğenci velisi varsa,o dil,devlet tarafından öğretmeni bulunarak  devlet okulunda okutuluyor.AB’de ve Batıda geçerli olan uygulama öyle.
İsveç’te ise,anadili eğitimi için aranan asgari öğrenci sayısı 20 değil,sadece  11 öğrenci.
Almanya’da bulunan yazarımız ve kardeşimiz  Hatko Schamis,dünkü konuşmamızda,Almanya’da  Kürtçe ve Zazaca’nın  Alman devlet okullarında okutulduğunu,Çerkesçe eğitimi de gündeme getirmeye çalışacaklarını söyledi.Edilgen dernekler  süs için mi varlar? Adıgece eğitim  için Avrupa Parlamentosu’nda ve yerel parlamentolarda bulunan demokrat milletvekilleri ve Çerkes kökenli siyasetçiler  ile ilişki kurmak gerekiyor.
Uyanış ve uygulama AB ülkelerinden ve Batı’dan başlatılmalıdır.
***
Osmanlı’da yağma yok muydu?
Türk aydınlarının çoğunda geçmişe ilişkin  bilgiler yüzeysel, yok gibi.Yüz,yüzeli  yıl önceki halkın,köylünün yaşamı neydi?diye sorun,birkaç uzman dışında,kimse doğru dürüst bir şey söyleyemez.Kişi,okulda kendisine ne öğretildiyse,gazete,radyo ve televizyonlarda ne söyleniyorsa, o kadarını bilir,ötesini bilmez.Toplum öyle biçimlendirilmiş,koşullandırılmıştır.Herşey tekdüzedir/monotondur.Diziler de monotonluğu pekiştirir,beyinleri uyuşturur,birkaçı dışında,yüzlerce dizi filmin  içi boştur.Diziler,Abaza beygiri gibi hızlı bir giriş yapıyor,sonra soluğu  kesiliyor ve bilindik.bir örnek  Yeşilçam filmlerine dönüşüyorlar.
***
Erhan Afyoncu, “Muteşem Yüzyıl” dizisinin tarih danışmanı.Türkiye’de bahane bulmak zor değil,hatalar için belge ve bilgi eksikliği vardır,derler,geçerler.Geçerli olamaz bu bahane.Yığınla belge var,bilgili kişiler de var.Harem,öyle söylendiği gibi bir sır, bilinmeyen bir yer değil.Her yıl bir sürü cariye (köle kadın) çırağa çıkarılıp satılıyordu,ayrıca hediye olarak saraydan ayrılıyordu.Saray İç Teşkilat Kanunu da var.Buna göre,Harem’in Başkadınefendi’sinin yetkisi ,Harem konusunda  Padişah  yetkisinin üzerindedir.
Özel olarak eğitilmiş ve seçilmiş olan cariyeler Başkadınefendi tarafından,bir kurala göre, Padişah’a gösterilir, beğendiği cariye Padişah’a gönderilirdi.
Bu düzenleme kurallara/bir geleneğe bağlıydı.
Onun dışında,Padişah kızlarla bahçede eğlenmek istediğinde haber çıkarılır,herkes odasına kapanırdı.Cariyeler,öyle dizideki gibi,zırt pırt Padişah’ın karşısına çıkamazlardı,çıkmaları uğursuzluk sayılırdı,Padişah geçeceğinde  cariyeler odalarına kapanırlardı.
Başkadınefendi,tahtın varisleri tamamlandıktan sonra,Padişah’a cariye gönderilmesini yasaklardı…
***
Yeniçeri niye  savaşırdı?
Yeniçeri savaşa niçin gider? Allah aşkına, kafirle çarpışmak için mi?Yeniçeri devşirmedir,yani Hıristiyan çıkışlıdır,Sırpça konuşur,aslının Hıristiyan olduğunu bilirdi.Ordunun Türkçe ve Sırpça gibi konuştuğu iki dili vardı.
Yeniçeri yağma ve ganimet için savaşa gider.Gerisi edebiyattır.Aynı Yeniçeri yağma olanağı kalmayınca, niçin ayaklanmaya ve Padişah boğmaya başladı?
Yağma nedir?Yeniçeri’nin,askerin  işgal edilen bir kenti ya da yeri 4 gün süreyle  talan etme,yağma yapma  hakkı vardı.Bu süre zarfında asker istediğini alır,öldürür,kadınlara tecavüz ederdi.Bu bir yasal haktı.Ancak aldığı ganimetin beşte birini hazineye verirdi.Fidye veremeyecek esirler öldürülürdü,öldürülmüştür de.Güçlü erkekler,genç ve güzel kadınlar köle olarak satılabilirdi.Tabii bakire olan güzel kızlar çok para ederdi.
Örneğin Trabzon işgal edildiğinde Rum nüfusun bir bölümü öldürülmüş,bir o kadarı da esir pazarlarında satılmış,herhalde varlıklı olanlar olmalı,onlar da İstanbul’a yerleştirilmiştir.Bir bölüm Rum’a da Trabzon’da kalma izni tanınmıştır.Bunlar okuduğum ciddi bir kitaptan aklımda kalanlar.Rakamlar tam uymuyor olabilir,ama  genel  durum,aşağı yukarı öyle.
***
Erhan Afyoncu, “Muhteşem Yüzyıl” dizisinde Kanuni’ye bir Macar kalesini işgal ettiriyor,edilmiştir de.Kalede Macar Kralı’nın da katıldığı bir düğün var,Kral kaçıyor,damat kaçamıyor ve öldürülüyor,geline gelince,kimse ona bir şey demiyor ve dokunmuyor,bir süre sonra aynı ‘gelin’ Macar Kralı’nın desteğiyle Kanuni’yi öldürüp öc almak  üzere İstanbul’a geliyor,mucizevi bir biçimde Türkçe öğreniyor,yine mucizevi bir biçimde Harem’e,Valide Sultan’ın maiyetine giriyor.
Uyutucu bir çocuk masalı gibi.
Diyeceğimiz dizi,tam bir Yeşilçam dizisine dönüştürülmüş.Halk, gerçek dışı  da olsa,eski  ‘görkemli’ yaşama özlem duyuyor ,öyle koşullandırılmış.Masal temposunda anlatılanlardan hoşlanıyor,gerçeğin de  öyle olduğunu  sanıp zevkle filmi izliyor.Görsel efekt ve  güzellikler de var.
Sonuç duygu sömürüsü yapılıyor,halk aldatılıyor,Erhan Afyoncu da para alıyor tabii.
Afyoncu’nun kumaşından o kadarlık bir elbise çıkar.
 
(*)-гл.3. «Кубанские областные ведомости»,No.38,1884.
(**)-История Лабардино-Балкарской АССР с древнейших времен до великой октябрьской социалистической революции,том,издательсво-наука-Москва-1967,s.171.
 
Rus Faşizmi Karşısında Direnen Bir Toplum:

Şapsığ ,Anadilini Yitirmeme Uğraşısında
 
 

 
Krasnodar Kray’ın Soçi/Psışşope (Lazarevsk) ve Tuapse  rayonlarında  çok  eskilere dayanan yerleşmiş  bir Adıgece eğitim sistemi vardı ve uygulanıyordu.Daha sonra,Çerkesçe eğitim sisteminin altı sinsice oyulmaya başlandı ve oyuldu,bu oyunun açığa çıkmaması için de,bazı çalışmalar (aksiyonlar) yapılıyormuş oyunları oynandı (1).Bu süre içinde,devlet,hiçbir  talebimize hiçbir yanıt vermiş değil.
 20 yıl önce,1990’lı yıllarda,Karadeniz Kıyısı Şapsığ yöresi öğretmenleri Adıgece/Çerkesçe’yi öğretmek için ellerinden geleni yapıyorlardı.Çerkesçe öğretmenleri,bürokratik çevreler ile bilinçsiz velilerden kaynaklanma sıkıntı ve engellemelerle de karşılaşıyorlardı.Yine de pes etmiyor,her bir öğrenciye Adıge anadilini ve ulusal mirası (kültürü) öğretmenin bir yolunu buluyorlardı.Sadece okullarda değil,çocuk kreşleri ile anaokullarında da Adıgece’yi öğretme işiyle ilgileniyorlardı.
 -Anadilimizi ve kültürümüzü öğretme ve geliştirme çabaları 1990’lı yıllarda hızlanmış ve büyük bir boyuta ulaşmıştı,-diyor Şapsığ Ulusal Konseyi (Toplum Parlamentosu) Başkanı, “Adıge Xase”nin  eğitim komitesi Başkanı ve Krasnodar Kray kıdemli öğretmeni Ğoşo Aslan.-Sözgelişi,önceleri,öğretmeni olduğum Şeh’ek’eyşho (Bolşoy Kiçmay) köyü  okulunda Adıgece ile Adıge edebiyatı öğretimi için haftada 5-6 saat ders verebiliyorduk.Bunun dışında Adıgey’in tarihi ve coğrafyası üzerine de dersler veriyorduk.Öğrenciler bütün bu derslerden test ve değerlendirme sınavlarına alınıyor ve  diploma alıyorlardı.
 Etnik kültür üzerine ders saatlerini korumak/elde tutmak ve bu konuda belirecek engelleri aşmak kolay uğraşlardan  değildir (2).Her bir artı ders saatinin bizim için yaşamsal bir önemi vardır,ulusal mirasımızı (kültürümüzü) ancak bu yolla koruyabileceğimizi yöneticilere söylüyor ve   ısrarcı oluyorduk.Ama kimin umurunda?Göstermelik olark,lütfen bizi dinlermiş gibi yapıyorlardı (-arkamızdan gülüyorlardı-).Şimdilerdeyse,buna bile   gerek duymuyorlar (3).
 Şapsığların Xase (Adıge Xase) Başkanı Ç’aç’ıhu Mecid de  bizimle aynı görüşte.
 -Çocuklarımızın Çerkesçe öğrenmeleri konusunda birçok eksiğimiz vardı,yine de,eskiden  her bir öğrencimizin Şapsığ’da (4) Çerkesçe olarak okuma olanağı vardı.Gençlerin Çerkesçe’yi daha iyi öğrenmeleri ve kullanmaları için Çerkes kültürü,edebiyatı ve tarihi ile ilgili toplantılar,bilgi yarışmaları ve konferanslar düzenliyorduk.Kitaplar yayınlıyor,her konuda öğretmenlere yardımcı olmaya çalışıyor,öğrenciler için gerekli olan ders ve edebiyat kitaplarını okullara ulaştırıyorduk.
 Bu son on yılda Çerkesçe öğretimi iyice geriledi (-çökmeye yüz tutu-),çözümü gitgide  zorlaşan sorunlar belirdi.Öğrenci sayısına göre, devlet okullara tahsisat göndermeye başladı.Az öğrencisi olan   okullara,en çok da Çerkesçe’nin öğretildiği okullara gönderilen tahsisatlar azaldı ve bir işe yaramaz,-diş kovuğunu doldurmaz- hale geldi.Böylece sıkıntı çekmeye ve umarsız durumlara düşmeye başladık.Bu olumsuz gelişim,kreş,anaokulu ve diğer okullarda sürdürülen Çerkesçe eğitimi de vurdu.İlgisizlik ve  duyarsızlık iyice yaygınlaştı.Yetkililer bu olumsuz gelişimi –Şapsığların- ilgisizliğine  bağlamaya çalışıyorlar.Yıllarca Çerkesçe ders vermiş olan öğretmenlerin birçoğu işsiz kaldı.Adıgece öğretmenleri arasında emekliye sevk edilenler de oldu.Durumu kaygıyla izleyen gençler ise,emeklilerin yerini almaktan çekiniyorlar.Devletin Çerkesçe öğretmenliğini itibarsızlaştırma ve gözden düşürme politikaları bilindik oyunlardan.
  Bu tür sorunlar devlet desteği olmadığında ve karar verici yerlerde Çerkes temsilciler de bulunmadığında,az nüfuslu (-ve de yoksul-) ulusların çözebileceği şeylerden değil.Devlet desteği olmadan dil ve kültür sorunları çözülemez,dil ve kültür  yaşatılamaz.Bu gibi şeyleri dikkate almayan bir çözüm de olamaz.
 Rakamlar herşeyi belli ediyor:1990’lı yıllarda Çerkesçe 14 okulda öğretiliyordu,bu okullar Psışşope ve Tuapse rayonlarındaki Şeh’ek’eyışho,Şeh’ape (Golovinka),Aşape,Mekupse, Sovetkuace,Nejıgo,Hacıko, Psışşuape (üç okul),Ts’eps,Ğuako ve Aguy-Şapsığ   köylerindeydi.Şimdilerde Çerkesçe öğretilen sadece üç okul kaldı-Şeh’ek’eyışho,Hacıko ve Aguy-Şapsığ  (5) köy okulları.Bu üç yerde de yeterli bir Çerkesçe eğitim veriliyor diyemeyiz.Örneğin,bu üç okulda Adıgece ve Adıge edebiyatı dersleri program/müfredat dışına atılmış durumda.Bu dersler ayrıca (kurs, ‘krujok’ niteliğinde) öğretiliyor.Bu durum yüz kadar yıl önce Şapsığların okuma yazma bilmedikleri bir dönemi,o zamanki okuma yazma kurslarını/halk okullarını anımsatıyor.Şu sıralar Çerkes çocukları içinden Çerkesçe öğrenenlerin oranı Psışşope rayonunda yüzde 30,Tuapse rayonunda da yüzde 15 gibi son derece düşük bir düzeyde.
 -Bir süre önce Ş’açe (Soçi) Eğitim Merkezi’nin bir metod düzenleme bölümü vardı,ama kaldırıldı.Şimdiye değin Çerkesçe’yi koruma konusunda Metod  Bölümü’nün  desteğini  alıyorduk,-diyor Ç’aç’ıhu Mecid.-Bu merkezi Bevse Nine yönetiyordu, görevini de başarılı bir biçimde yerine getiriyordu.Ayrıca Bevse Nine,Tuapse ve Psışşope rayonları Çerkesçe öğretmenlerinin bağlı olduğu idari bölümün de  başkanı idi.Bürokratlar ve yöneticiler Bevse Nine’yi,sonunda  iş göremez bir duruma düşürdüler, o da istifa etmek zorunda kaldı (6).
Şimdi Soçi kentinde yaşayanların değişik ulus dillerinin (Çerkesçe de dahil) öğretilmeleri işleriyle bir Ermeni bayan ilgileniyor,bu kişi Soçi Eğitim Merkezi uzmanı olan Roza Koçkonyan’dır.
Şapsığlar anadili eğitimi hak ve olanaklarını fiilen yitirmiş durumdalar.Sorunu birçok kez Krasnodar Kray ve Rusya Federasyonu yetkili makamlarına ulaştırdık,çok sayıda yazılı başvuru yaptık.Ancak hiçbir yanıt alamadık,alamıyoruz.Yanıt alamıyoruz diye  sinip oturacak ve susacak değiliz..Kıyıboyu Şapsığlarının Zefes’ini (Ulusal Meclisi’ni) en kısa bir süre içinde toplayacağız,sorunu orada görüşüp gereken ne ise onu  yapacağız.Haklarımızdan vazgeçecek değiliz.Dilimizi yitirmemek için bütün bir ulus olarak kenetlenmeliyiz,her ulus gibi,bizim de  haklarımız var.Her koşulda haklarımızı   korumakta kararlıyız (7). .
Bu son dönemde dilimizi öğretemez durumlara düşmüş olmamız,sanki önemsiz ve üzerinde durulmaya bile değmeyecek bir şey gibi gösterilmeye çalışılıyor.Ayrıca,Soçi’de göstermelik bazı toplantı ve etkinlikler (piar-aksiyonlar) düzenlenmeye de başlandı.Bir süre önce öğrenciler arası Adıgece,Ermenice ve Gürcüce yarışmalar düzenlenmişti.Bir Adıge/Şapsığ grubu oluşması için gerekli/zorunlu  olan 11 Çerkes katılımcı öğrenci sayısını her iki rayonun öğrencileri arasından zar zor derleyebilmiştik.Sistem Adıgece’yi öğretmeme üzerine kurulu,bu nedenle yarışma aslında göstermelik.Beş öğrenci Şeh’ek’eyşho,iki öğrenci Şeh’ape,dört öğrenci de Hacıko köyünden geldi.Öğretmenler öğrencileri yarışmalara hazırlamak için ellerinden geleni yaptılar,ama bütün sınıflarda   yarışacak sayıda öğrenci bulamadılar (-Yarışmaya ancak bazı sınıflarla sınırlı olarak katıldılar-).
 Bilgi yarışmasında birinci gelen Şapsığ öğrenciler:7’nci sınıflarda-L’ıf Laris (Şeh’ek’eyşho),8’inci sınıflarda-Mecece Bell (Şeh’ek’eyşho),bu iki öğrencinin köyünden,Şeh’ek’eyşho’dan  Nıbe Zayır,son sınıflar arası yarışmada birinci oldu.İkinci gelenler arasında Ç’aç’ıhu Larise (Hacıko),Huşt Suret (Şeh’ek’eyşho),her ikisi de 7’nci sınıf öğrencisi.Üçüncü gelen öğrenciler ise Hacıko köyünden Ğoşo Fatima (7’nci sınıf) ve Ş’ıj Svetlan’dır (8’inci sınf)
Resimdeki-Şapsığ ‘Adıge Xase’ Başkanı Ç’aç’ıhu Mecid
Nıbe Anzor
Şapsığ gazetesi muhabiri
Adıge maq,14 Mart 2011
Çeviri:Hapi Cevdet Yıldız
 
Bilgi notları:
(1)-Maalesef bu tür oyunlar Slaviyan,Türk ve Arnavut ırkçı/faşistler arasında hala yaygın durumda.Bu tür işleri programlayanlar son derece adi,cani karakterli ve pis kişiler.Bu tür oyunlar yüzünden Sovyetler dağılmış,Yugoslavya parçalanmış,Osmanlı İmparatorluğu da yok olmuştu.Türkiye’deki demokratik gelişime karşın,son 10 yıldan beri bu tür pis oyunlar, Rusya’da  devletteki bazı ırkçı/faşist kadrolar eliyle sahnelenmeye çalışılıyor.Soçi’deki Şapsığlar büyük bir soykırım ve etnik temizlik programının hayatta kalmış artıkları.Anlaşılan 1860’ların soykırım politikaları,günümüzde de dil ve kültür soykırımı biçiminde sürdürülmeye çalışılıyor.-hcy
(2)-Gerici iktidarlar ve faşist bürokratik çevreler daima küçük halkların dillerini yok etmeye,küçük toplulukları asimile ederek yutmaya çalışırlar.Bununla kendi ulusları lehine bir kazanım elde edeceklerine inanırlar.Rusya’da ve Türkiye’de  oynanan oyun budur.Dikkat edilirse,Türkiye’deki ırkçıların ileri gelenleri Balkan/Selanik göçmeni kökenlidir.-hcy
(3)-Bu da faşistlerin mesafe aldıklarını ve pervasızlaştıklarını belli ediyor.Diaspora Rus faşizmini teşhir ederek ve sık sık protesto ederek Şapsığlara destek vermelidir.-hcy
(4)-Şapsığ denen yer,günümüzde Ş’açe (Soçi) Metropoliten Alanı ve Krasnodar Kray’ın Tuapse rayonudur.Daha önce Kuban Irmağından Abhazya’ya uzanan Karadeniz kıyıları ile art ülkesine Şapsığ deniyordu.Buralarda şimdilerde 30 binin üzerinde bir Şapsığ ya da Müslüman nüfusunun bulunduğu biliniyor.-hcy
(5)-Şeh’ek’eyşho- Karadeniz kıyısındaki Şeh’ape (Golovinka) köyünden 7 km içeride,Şeh (Şahe) Irmağı vadisinde 500 üzeri nüfuslu bir Şapsığ köyü.
Hacıko-Aşe Irmağı kıyısında küçük bir köy,yakınında Kalej adlı ikinci bir Şapsığ köyü bulunur.Kalej’de  Jığeyıbg –Yaşlılar Dağı vardır,efsaneye göre kocamış yaşlılar bu yamaçtan atılır,aç kargalara yem olurlarmış.Kargalar halen büyük  sürüler  halinde Aşe Irmağı kıyısında ve Jığeyıbg’ın dik yamacı boyunca viyaklayarak uçuşuyorlar.Bunu gözlerimle görmüş bulunuyorum.-hcy
Aguy-Şapsığ- Tuapse’nin kuzeyinde 1,7 bin nüfuslu bir Şapsığ köyü.-hcy
(6)-Bunun bir Rus faşist oyunu olduğu bellidir.Faşist hiçbir zaman oyunundan vazgeçmez.Faşist olmayan bir merci küçücük bir yerli ulusu ortadan kaldırmak için böylesine adi oyunlar tezgahlar mı?-hcy
(7)-21 Mayıs protesto ve etkinliklerinde günümüz Rus faşizmi de gündeme getirilmeli ve Şapsığ halkının varoluş mücadelesine destek verilmeli,çirkin Rus politikaları etkili bir biçimde teşhir edilmelidir.-hcy
Not:Tire içindeki yazılar çevirmene aittir ve durumu daha açık hale getirme amaçlıdır.-hcy

12 Mart Ankara Çerkes Mitingi:Bu Bir Ulusal Uyanış mı?

 
Hapi Cevdet Yıldız
12 Mart Cumartesi günü Ankara Abdi İpekçi Parkı’nda şölen havasında görkemli bir Çerkes Mitingi yapıldı.  Bu bir ilkti ya da öncekilerden farklıydı.
Bugüne değin kuşkusuz çok sayıda Çerkes toplantısı,  konuşma,  yürüyüş,  tiyatro,  konser ve sanat gösterisi yapılmış,  düzenlenmiştir.  Bu tür etkinlikler genellikle Kafder (Kafkas Dernekleri Federasyonu) ve oraya bağlı dernekler öncülüğünde düzenleniyordu.  Yılda bir  düzenlenen bölgesel ‘Kafkas şölenleri’ ve Kandıra ‘Kefken etkinliği’  vardı. Ancak bunlar politik içerik taşımayan kültürel  etkinliklerdi.
Bir de 1989 yılında rahmetli L’ışe Süleyman Yançatarol kardeşimizin önderlik ederek  düzenlediği “Çerkes Sürgünü’nün 125. Yılını Anma” etkinliği de görkemliydi.  Çerkes yazarı ve tiyatro sanatçısı Murete Çepay’ın Çerkesçe lirik konuşması koca bir salonu ayağa kaldırmıştı.
Yineleyelim,  bunların tümü Rusya’ya,  Kafkasya’daki yaşama dönük,  ama politik içeriği olmayan,  şölen ya da tam tersi trajedi,  matem havasında geçen kültürel ya da tarihsel kutlamalardı.
Sovyetlerin ya da  Rusya’nın ‘hoşuna gitmeyecek’ davranışlardan da titizlikle kaçınılırdı.  Maazallah, Rusya “kapıları kapatabilirdi”.  Sanırım bu gibi konularda,  anayurttaki koşut düşünceli aydınlardan da  yararlanılırdı.
 
 Kural 21 Mayıs 2010 etkinliklerinde  ilk kez bozuldu.  Kaffed ve üye derneklerle Abhaz dernekleri tarafından birlikte düzenlenen geleneksel Kefken Programı dışında,  ilk aykırı ses İstanbul’dan geldi.  Aykırı diyoruz, çünkü bu ses uysal değil,  bir tür bir başkaldırı sesiydi. Rusya’yı rahatsız edecek bir sesti bu.
Bu kez hedefte Rusya vardı,  Türkiye’ye sıra gelmemiş olmalıydı. Rusya’nın Çerkes soykırım,  etnik temizlik ve sürgünü inkar eden politikaları,  Çerkes’siz Soçi olimpiyadı gibi girişimleri hedef alınmıştı. Tek sözcükle Rusya’nın insanlığa karşı hesap vermesi,  işlediği  suçları itiraf etmesi,  soykırım suçunu kabul etmesi  isteniyordu.
1, 200 üzeri kızlı erkekli  Çerkes genci Taksim’den Galatasaray’daki Rusya Başkonsolosluğu’na doğru,  yüzlerce bayrak dalgalandırarak ve sloganlar atarak yürümüştü.  Kendilerine destek veren benim gibi yaşlılar da çoktu.  Yürüyüş bir basın açıklamasıyla tamamlanmış,  topluluk sessizce dağılmıştı.
Bu yılki etkinlik tamamen farklıydı.  İlk kez Türkiye yönetiminden anadilinde eğitim, kesintisiz radyo ve televizyon yayını talep ediliyor ve bu gibi talepler  seslendiriliyordu.
Uygar dünyada geçerli olan norm,  kimi ülkede 11, kiminde de 20 öğrenci velisinin istemesi durumunda,  istenen dil, uygun bir devlet okulunda, ders verecek öğretmeni de devlet tarafından bulunarak okutuluyordu.
Türkiye’nin anayasal düzeyde hala  reddettiği uluslar arası bir haktı,  bir normdu bu.
Edilgenler pasifistler bu gibi demokratik hakları gizlemeye, ’yokmuş gibi ‘ davranmaya çalışıyorlar.  İsteyen dilini evinde öğrensin ya da kurs açıp orada öğrensin diyor, akılları sıra ahmakları kandırıyorlardı.
Mitinge ilişkin gerici dedikodu kumkuması da harekete geçilirmiş,  mitinge katılanların polis tarafından fişleneceği gibi korkular yayılmaya başlanmıştı.
12 Mart gününe değin, topluma,  Çerkeslerin Türkiye’de konuk oldukları,  Kafkasya’ya ‘dönülmesi’ durumunda  asimilasyonun kendiliğinden  duracağı,  Çerkeslerin ‘uluslaşacakları’, bizi bağrına basmış olan Türkiye’den etnik içerikli hak  taleplerinde bulunmanın ‘boşuna  olacağı’, velilerin Çerkesçe eğitimi ‘istemeyecekleri’ istemeyecekleri,  aksi takdirde  Çerkeslerin de Kürtlerin ‘durumuna düşeceği’ gibisine telkinlerde bulunuyorlardı.  Onlara göre,  hak talep etmekle Kürtler ‘kötü örnek’ idiler,  bundan kaçınmak gerekiyordu.  Oysa hak talebinde bulunmak değil, hak talebini engellemeye  çalışmak ayıp ve yasadışıydı. Kürtlere gelince, keşke onların çeyreği olabilseydik…
Ancak bu edilgenler , Lermontov’un Korkak Harun’u, Murat Bardakçı gibi kişiler dışında pek taraftar bulamamışa benziyorlar.
***
12 Mart günü Ankara
12 Mart günü ilkin Kaffed Genel Merkezi’ne gittim. Orada “Danef. Com” yönetmeni, Adıge sözcükleri konusunda çalışan Naj Ali İhsan Tarı ve “Adıg’e Star”,  “Adıgehaber” ve “Azbuz Videolarım” yönetmeni Hatko Nuri ile buluştum. Randevum vardı. Her ikisi de Konyalı.
Ali İhsan  yüksek inşaat mühendisi, Amerika, Avrupa ve Ortadoğu Irak gibi ülkelerde bulunmuş, çalışmış, İngilizce ve Arapça bilen biri.
Yanımıza Abaze İbrahim, yüksek ziraat mühendisi Cemil Bey ve birkaç hemşeri daha geldi. Bir süre söyleştik. Ali İhsan Bey çalışmaları konusunda bize bir video gösterisi sundu ve açıklamalarda bulundu. Bilgisayar yardımıyla tam 198 bin 21 Adıgece sözcük ve 34 bin fiil kökü derlemiş, müthiş bir olay. Bunları internet ortamında Kafkasya’daki   akademik çevrelere de ulaştırmış. Çalışmalarını sürdürüyor.  “Danef” te Adıgece sözcüklerin İngilizce ve Arapça karşılıkları, Latin ve Kiril yazılışları da var.
Naj Ali İhsan 60 yaşında, Hatko Nuri ise, daha gençten biri , 55 yaşlarında. Film ve bilgisayar uzmanı.
Mitinge daha erkenden katılmak için Hatko Nuri ile birlikte Kaffed’en  ayrıldık. İyi ki erken ayrılmışız. Dernekte kalanlar gibi, anlaşılan  biz de zılgıt yiyecekmişiz. . .
Dernek yönetimi adına gelenler Ali İhsan, Abaze İbrahim ve yanındakileri,  yönetimden izin almadan bir araya geldikleri, ayrı bir yere oturup dil söyleşileri yaptıkları için,  ‘Burada toplanmak için kimden izin aldınız’  diye azarlamışlar. Oysa izin almışlardı.
Kaffed’de sinirler gergin olmalı.
Bu gerginlik mitingi akamete uğratamamış olmanın bir yansıması olabilir mi?Bilemiyorum.
Kaffed Başkanı Guğej Cihan Candemir yakınım olandüzgün biri. O tür basitliklere yelteneceğini hiç  sanmam.
Ancak, Kaffed yönetimi, Kafkasya’da bir tek Hafıts’e Mıhamed başkanlığındaki Kabardey Adığe Xase dışında destek bulamamış durumda. Örgütü ne hallere düşürmüşler… Xase h’ase  ve dernekler, Kafkasya ve Moskova’daki Çerkes sivil toplum örgütlerinin tamamı-Çerkes Kongre’leri ve Hafıts’e’ninki dışındaki tüm Adıge Xase’leri  “Çerkes Hakları İnisiyatifi” tarafından düzenlenen Ankara Mitingi’ne   mesajlar göndererek tam desteklerini bildirdiler.
Böylece Çerkes Anayurdu  seçimini yapmış oldu.
Kaffed’deki gerginlik bundan, dışlanmışlıktan  olabilir mi?Onu da bilemiyorum.
Anlatıldığına göre, Kaffed üst yönetiminden  biri,  babası yaşındaki  Sayın Naj Ali İhsan Tarı’yı “Titrin ne, dil çalışması yapmak sana mı kalmış?” biçiminde  azarlamış.
Üstelik bu genç  Çerkesçe  bilmeyen biriymiş. Yazık…
Çerkesçe ya da bir Kafkas dilini bilmeyen birinin Kaffed üst yönetiminde ne işi olabilir ki?. .
 Sorun sadece o değil:
Televizyon programlarına dil bilmeyen konuşmacılar katılıyor, yöneticinin ‘Çerkesçe bir şeyler söyler misiniz?’ sorusu karşısında da tıkanıp kalıyor ve çaresiz yalana kaçıyorlar. Hoş bir şey değil.
‘Adını söyletmek için Abzah dibeğe pislemiş’ (Yıts’e yariğe’on feşşç’e abdzaxer guxhum yıts’ağ) derler. Bu bir Adıge deyimi.
Bu sorumsuzluğa  bir son vermek gerekmez mi?Televizyona çıkarılacak kişiler arasında, en azından  Çerkesçe bilen biri bulunmalı.
Bir Çerkes atasözü şöyle der: ‘Önce evinde öğren, sonra toplum içine gir’ (wuwune zışığasi xasem xah-Уиунэ зыщыгъаси xасэм xaхь).
 
Görkemli bir yürüyüş ve şölen havasında bir miting
Kim ne derse desin Ankara’daki yürüyüş görkemliydi. Bir örneği, benzeri  23 Nisan’lardaki  çocuk yürüyüş ve şenlikleri olabilir. Ankara gibi bir yerde 100 bin Çerkes’i toplamak  da olanaklı. Tabii öyle bir kalabalık yoktu, kış ortamında olamazdı da.  Ancak ben,  yine de mitingdeki kadar bir kalabalığı beklemiyordum. Yani katılım yeterliydi. Kaffed’in ambargosuna, derneklere sıkı katılmama talimatları göndermesine, İstanbul dışındaki hiçbir derneğin mitinge katılmamış olmasına, karakış, dondurucu soğuk  ve bir iki gün öncesinden beri birçok il ve ilçenin yolunun kapanmış olmasına karşın  katılım, yine  yeterliydi ve başarılıydı.  
Demek ki, Çerkes toplumu artık bir demokratik dönüşüm süreci içine girmiş bulunuyor. Yüzlerce bayrak  dalgalandırıldı. Uzun bir yürüyüş konvoyu, korteji oluştu. Türkçe ve Çerkesçe sloganlar ortalığı çınlattı.
Bu topluluk örgütsel  anlamda bir araya gelmiş   ya da toplama değil, gönüllü, kendiliğinden oluşmuş bir topluluk idi. Bir iki televizyon programına konuk olma dışında, doğru dürüst bir tanıtım bile yapılamamıştı. Maddi olanaklar son derece kısıtlıydı. Amatörce bir girişimdi bu. Yine de beklenmedik bir katılım gerçekleşti. Çerkes halkı dipdiri ve ayakta olduğunu haykırdı, ulusuna ve demokrasiye susamış olduğunu ortaya koydu.
Mersin’den, K. Maraş’tan, Muş’tan, Sarıkamış’tan, Reyhanlı, Ödemiş İlkurşun’dan ve daha da uzak köşelerden gelenler vardı.
Dağa zincirlenmiş  “Nart Nesren Jak’e”yi Haramoşha (Elbrus) Dağı’ndan kurtaran Nart Peterez’in onuruna  düzenlenen şölene de uzak diyarlardan, uzak dağlardan Nart çobanları bile gelmişlerdi. Halkın yiğit evlatları da kar kış demeden Ankara’ya, özgürlük çağrısına gelmişlerdi.
Her yaştan insan, özellikle kadınlar ve gençler  çoğunluktaydı, gelecek adına umut verici bir gelişimdi bu.
Ayrıca hiçbir taşkınlık olmaması, çevre kirliliği yaratılmamış olması da sevindirici bir görünümdü. Açık hava mitingi olmasına karşın, ortalıkta sigara içen birini bile  görmedim, diyebilirim.
O denli saygın, efendi ve terbiyeli bir kitle, insanlar  toplanmıştı orada.
Polis’in bile yüzü gülüyor ve son derece saygılı davranıyordu. Bilindik, sert Türk polisi kaybolmuş, yerine güler yüzlü İsviçre polisi gelmiş gibi bir görüntü vardı ortalıkta.
 
Üç dilde basın bildirisi  
 Basın bildirisi, mitingi düzenleyen “Çerkes Hakları İnisiyatifi” sözcüsü Kenan Kaplan tarafından Türkçe olarak okundu ve talepler bir bir dile getirildi (*). Kaplan’ın konuşması zaman zaman alkışlar arasında kesildi, Türkçe ve Çerkesçe sloganlar konuşmacıya eşlik etti.
Bildiri, alkışlar eşliğinde  Adıge ve Kuşha dillerinde de okundu. Şarkılar Adıgece’ydi. Abazaca ve Türkçe birer şarkı da okundu.
Yazar ve yayıncı Habraço Murat Özden coşturucu bir konuşma yaptı, orada toplanmış olan kitlenin Çerkes halkının bağrından çıktığının ve Çerkes halkının varolduğunun bir kanıtı olduğunu haykırdı. Müthiş bir alkış aldı. Erdoğanvari bir biçimde istekleri gençlere ve topluluğa bir bir tekrarlattı ve  onaylattı.
Sunumlar Adıge Çerkes  genci  İshak Abay tarafından yapıldı.
Sloganlar ise, özel Yaşam Radyo-89. 4 Çerkesçe bölümü yönetmeni Yewtıh Adnan tarafından kürsüden okundu ve kalabalık topluluğa tekrarlattırıldı. Sloganlar Türkçe ve Çerkesçe idi. İşin sevindirici yanı, Çerkesçe sloganların yüzlerce genç tarafından, kusursuz bir biçimde Adıgece olarak ve hep birlikte tekrarlanıyor olmasıydı. Bu da, onca faşist cendereden geçirilmiş, kültür soykırımı programı uygulanmış  olmasına karşın,  dilimizin ölmediğinin bir canlı kanıtıydı.  
Bu coşkulu haykırışın içinde, kuşkusuz Avrupa Birliği ile yüzde 58 ‘Evet’ oyunun da olumlu katkıları vardır. Özgürlükler kısmi de olsa genişlemişti. Bu bir demokrasiyi geliştirme haykırışıydı. Bu,  Türkiye toplumu ile eşit koşullara dayalı bir entegrasyon isteğinin canlı bir seslendirilmesi olayı idi.
 
Çerkesçe  şarkılar
Kafkasya’dan gelen Adıge, Karaçay-Çerkes ve Kabardey-Balkar cumhuriyetleri halk sanatçısı,  genç kızımız Sokur Olga, mitingin düzenlenmesinde emeği ve payı bulunan  birer  genç kızımız olan Kube Nurhan ve Ştım Münteha ile Adıge genci İshak Abay birbirinden güzel  Çerkesçe şarkılar okudular. Sanatçılarımız geçmişe ve günümüze ilişkin seçme şarkılarını sundular.
Soğuk hava nedeniyle, konuşmaların ardından birçok izleyici alandan ayrıldı, yine de yeni gelenlerle alan doldu. Gençler ise, sonuna değin  ayrılmadılar. Soğuğa rağmen bayrak ve flamaları taşımaya, sallamaya devam ettiler.
Miting dağıldıktan sonra, kendi aralarında uzun süre Çerkes halk danslarını sergilediler.
Yaşlılar arasında alandan ayrılmayanlar da çoktu tabii. Yaşlıca bir kadın, miting sırasında,  “Ben Sinoplu bir Abzah’ım, Ankara’da oturuyorum, böyle güzel bir yürüyüşü ve  toplantıyı hayatım boyunca  görmedim. Çerkesler toplanacaklar diye duyunca geldik. Bu bayrakları hiç görmemiştim. Bunları bana açıklar mısın?” dedi Çerkesçe olarak.  “Şu Adıgelerin bayrağı, yeşil renkli, bak,  üzerinde 12 yıldız ve üç ok olanı. Bunlar halkımızı  ve ata toprağını simgeliyor” dedim.  “Aman Allahım, ne güzel bayraklar bunlar böyle, atalarımızdan kalma, değil mi?” dedi.  “Evet, öyle” dedim .  “Şu Amerikan bayrağını andıran ve üzerinde sağ el işareti olanı da ne?” diye sordu.  “O Abaza bayrağı, şu da Kuşha Oset bayrağı” dedim. Yanındaki bayan,  “Torunlarım var, onlara göstermem için bana bir Adıge bayrağı bulabilir misin?Bulursan ömrüm boyunca saklayacağım ve herkese göstereceğim” dedi.
“Bu bana ait değil, emanet, ama emanette olsa,  bu sözlerine kurban olsun, al bu bayrağı sana veriyorum, arkadaşlara söylerim, bana bir şey demezler, ama miting boyunca bu bayrağı kaldırıp  sallamalısın” dedim.
Ara  ara baktım her iki kadın da bir bankta oturuyor ve bayrağı kaldırmış,  birbirlerine verip sallıyorlardı.
Bu da Çerkes halkının artık kendisi için de bir şeyler isteyecek bir düzeye geldiğini belli ediyor olmalıydı.
 
 
Sayın Murat Bardakçı,Siz Kendi İşinize Bakın!..


Hapi Cevdet Yıldız
 11 Mart 2011
Habertürk yazarı ve Habertürk'ün herşeyi ‘bilen’ kişisi Murat Bardakçı'nın yine Türkçü damarı kabarmış olmalı.Çerkeslerin anadillerini yaşatma,anadili ile eğitim ve yayın taleplerine,karşı demokrasi cephesinden veryansın ediyor:"Bari bir de örgüt yahut siyasi parti falan kurup bağımsızlık talep etseydiniz? diyor alaycı ve küçümseyici bir tavırla (Habertürk,11.03.2011).
 
Bardakçı'nın ailesinde 'Çerkes tarafı' baskın imiş.Biz onu Tatar bilirdik,neyse."Çerkes Hakları İnisiyatifi'nin demokratik açıklamasını ve taleplerini duyunca ‘şaşırmış’ ve de 'utanmış'.
 
İnisiyatif ‘ayıp etmiş’ ola…
 
Yazar,"Çerkeslerin cedleri...Kafkasya'da özellikle 19.yüzyılın ortalarında yoğunlaşan,son derece kanlı Rus operasyonları yüzünden -Türkiye'ye- gelmişlerdir.Göçün sebebi,sadece ve sadece Rus kılıcından kaçmak,canlarını kurtarabilmektir" diyor.
 
Demagoji…
 
Demokratik hak taleplerine veryansın eden yazar,sıra edilgen Kafkas derneklerine geldiğinde yumuşuyor,ağzından adeta bal damlıyor:"Kafkasya derneklerinin yaptığı hemen her yayında bugün "İz bırakan Çerkesler" şeklinde bir bölüm vardır ve Türkiye'de önemli yerlere gelmiş Kafkasyalılar'dan iftiharla bahsedilir" diyor.Cumhurbaşkanı,başbakan olmuş Çerkesler varmış?Bu durumda "kimliğimiz eziliyor" yahut "haklarımız elden gitti" gibisinden sözler etmek,Türkiye'ye karşı apaçık nankörlüktür!" diyor.
 
Bu saçma sözlere ne denebilir ki?..
 
O gibi kişiler Çerkesler için ne yapmışlar?Biz ona bakarız.Tabii ortaya bir değer koymuşlarsa,başımızın tacıdır,ama A.Necdet Sezer,Doğan Güreş ve Çetin Doğan gibi kişilere de değer vermeyiz.Ayrıca konu bu değil...
 
"BUNA 'ATIFET' DENİR!" imiş.
 
Bardakçı,Osmanlı'nın Çerkeslere yaptığının bir 'atıfet' olduğunu,yani ‘acıma,esirgeme ve koruma olduğunu söylüyor.Durum öyle mi?Çerkesler zavallı insanlar mıdırlar?Buna aşağıda değineceğiz.
 
Yazar bir de şunları söylüyor:"Türkiye'deki diğer etnik gruplar dillerini unutmuyor...hala konuşuyorlar ise,Kafkas asıllı gençlerin o dilleri bilmemeleri kendi ayıplarıdır...büyükleri de öğretmemiş,bildiklerini aktarmamışlar demektir ve unutmanın kabahati devlete değil,ailelere aittir".
 
Sayın Bardakçı tek parti dönemi,1960,12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 dönemlerini sansür ediyor olmalı.Askeri kışlalara doldurulan dernek yöneticilerini ve hapsedilen Çerkes aydınlarını insandan saymıyor anlaşılan.
 
Suç devletin değil,ailenin imiş.Saçma.İsrail’deki iki köy   Çerkes dilini unutmuyor da,Türkiye’deki bin üzeri unutuyor?Bardakçı vakit ayırıp bunları düşünmüş olabilir mi?Hiç sanmam,o terelelli peşinde olmalı.
 
Diğer etnik gruplara gelelim:50 yaş altı dilini bilen kaç Laz,kaç Hemşinli,kaç Yahudi kalmış?Bardakçı bilmeden konuşuyor.Bardakçı’nın deyimiyle buna “İşkembei kübradan atma” denir.
 
Bardakçı,Arap ülkelerinde,özellikte Mısır'da çok kalmış olan biri .Demokrasi anlayışı da o düzeyde kalmış olmalı.
 
Ama bir de akıl veriyor ve tehdit savuruyor.Çerkesler kendilerini hala bir türlü 'buralı' hissetmiyor iseler,"kültürel,siyasi vesaire haklarını talep etmeleri gereken tek bir yer var:Kafkasya!" diyor,giderek ifadeleri sertleşiyor,"Gücünüz yetiyorsa gidin,haklarınızı oradan-Rusya'dan- isteyin..." diyor.
 
Bu tür ifadeler bir yerlerden tanıdık gelmiyor mu?
 
YANITLAR
 
Bardakçı'ının bugünkü Habertürk' gazetesinde yer alan makalesinden aktardıklarım şimdilik bu kadar.
 
1.Bu kişi kim?Sıkıyönetim komutanı mı ya da savcısı mı?..Anadilinde eğitim ve anadilini yaşatma talebinde bulunmak suç muymuş?Demokrasiye,AB normlarına ya da evrensel hukuka aykırı,ters düşen bir tarafı mı varmış?Bu şiddet,bu celal niye?Kimi korkutacağını sanıyor?..
 
Çerkesler ya da başkaları ya da tek bir birey bile hak talebinde bulunabilir,demokrasi dediğimiz şey budur.Kimin ne talebinde bulunacağı Bardakçı’ya kalmış bir şey değil.Siz 1930'lar Türkçü örgütlenmelerinin sözcülüğüne mi soyunuyorsunuz?..
 
Boşuna zahmet etmeyin,Çerkesler ne yapacaklarına kendileri karar verebilecek insanlardır.
 
2.Sizin Çerkesler adına utanmanıza hiç gerek yok.Ancak biz kendi kimliğimizle övünüyor,hak talebi nde bulunmaktan da utanmıyor,aksine gurur duyuyoruz.Siz kendi Türk kimliğinizle ilgilenebilirsiniz.
 
Çerkesler değil,asıl dil ve kültür soykırımcıları,baskı yapanlar ve baskılara destek çıkanlar,işte onlar utansınlar.Öyleleri için Çetin Altan'ın "Lanetliler Bahçesi" var,sanırım orası onlar için uygun bir yer,bir utanma duvarı bulurlar.
 
3.Çerkesler,göç yoluyla değil,savaş sonucu etnik temizlik ve sürgün yoluyla Türkiye'ye gönderildiler.Osmanlı, Çerkes'e 'atıfet' göstermedi,sizin tarih anlayışınız o kadarlık olmalı.Osmanlı,Rusya ile birlikte 'Batan geminin malını yağmaladı'.
 
a)Kırım Savaşı sırasında,Batılı Müttefiklerin talebi sonucu olmalı, Osmanlı Devleti 1855'te Zenci ve Çerkes esir/köle ticaretini yasakladı.
 
b)Savaştan sonra,1857'de Çerkeslerin bir bölümünün Ruslar tarafından kuzeye, Don bölgesine sürülmesi gündeme girdi.Osmanlı Devleti,fırsattan istifade, 1857'de Çerkes esir ticaretini yeniden serbest bıraktı.Amaç köle sahibi Çerkesleri ,özellikle etkili Vıbıh köle sahiplerini Türkiye'ye göçe özendirmek idi.Nitekim 1860 yılında Trabzon,Samsun,İstanbul,vd yerlerde Çerkes esir pazarlarının kurulduğunu ve insan ticareti yapıldığını görüyoruz.
 
c)1859'da Rus hükümeti adına General Loris Melikov İstanbul'a geldi.Amacı Çerkeslerin Türkiye’ye kabulünü sağlamaktı.Sonunda Rus ve Osmanlı hükümetleri arasında bir anlaşma yapıldı.Buna göre Türkiye göçmen statüsü tanıyarak Çerkesleri kabul edecekti,hemen bir ‘Muhacirun Komisyonu’ kurdu.
 
Sayın Bardakçı,Osmanlı’nın yaptığı bir atıfet değildir,bu bir fırsattan yararlanmadır.Bir ulusun ve ülkenin yok edilmesi politikasına,ikinci dereceden de olsa,ortak olmadır.
 
Eğer Osmanlı 1864’te Çerkesleri kabul etmeseydi ya da 1878’de Balkanlar’daki Çerkesleri Anadolu’ya tehcir etmeseydi,Çerkes dili ve varlığı bugün yaşıyor olurdu.Çünkü hiçbir ülkede İttihatçı/Kemalist rejimin getirdiği ve sizin halen savunduğunuz gibisinden bir dil yasağı yoktur.1878 Balkan Tehciri sonrasında,Sırbistan’da tek bir Çerkes köyü kalmıştı,1998’de oradaki Çerkesler Kafkasya’ya dönüş yaptılar.O tarihten önce,oradaki Çerkes çocukları Çerkesçe’yi Sırp devlet okulunda öğreniyorlardı.
 
Herkes kendi anadilini devlet okulunda öğreniyordu.Bilirsiniz,ama bu tür şeyleri dile getirmeyi sevmezsiniz…
 
Suratınızın derisi kalın değilse,demokratik hak talebinden değil,asıl bundan utanın.
 
Dil ve değişik dillerde eğitim yasağı,Türkiye dışında herhangi bir dünya ülkesinde kalmış mıdır?İşte bundan   utanın.
 
İsrail’e bakın,orada da Çerkesçe yayın ve Çerkesçe okul eğitimi var,küçücük çocuklar bile Çerkesçe konuşuyor,niye?Ürdün’de bile Çerkesçe eğitim ve Çerkeslerden kurulmuş,Çerkes kıyafetli bir muhafız kıtası var.
 
Murat Bardakçı gibi demokrasi özürlü kişiler,istemiyor diye,biz demokratik taleplerimizden vazgeçecek değiliz…
 
Türkiye’nin tüm yurtsever ve demokratlarını,yarın, 12 Mart günü saat 13.00’de Ankara Abdi İpekçi Parkı’ndaki demokratik şölene katılmaya çağırırız.
 



12 Mart, Ölüm ve Ölümden Sonra Dirilme


06 Mart 2011 Pazar Saat 18:47
Bundan tam 40 yıl önce, 12 Mart 1971'de, Türkiye’de ABD, büyük sermaye ve CHP’nin desteğiyle, emir ve komuta zinciri içinde, uğursuz bir askeri müdahale yapılmıştı. Başlarda ‘ilerici’ çevrelerde yersiz beklentilere yol açan bu faşist müdahalenin gerçek niteliği, TİP (Türkiye İşçi Partisi) dışında, teşhis edilememişti. Sağ örgüt ve çevreler, bunu bir ‘ilerici’ müdahale sanıp sinmişler, ilericilere yönelik saldırılarına (Bursa,vb gibi yörelerdeki saldırı ve gösterilere) son vermişlerdi. Çünkü ordu ‘ ilerici’ sanılıyordu. Sol öğrenci örgütü Dev-Genç de ‘ilerici’ sanıp askeri müdahaleyi desteklemişti.
Bu da sol/goşist hareketlerin bilinç yetersizliğinin bir kanıtı idi.
Buna karşılık CHP sekreteri Bülent Ecevit, başka bir nedenle 12 Mart’a karşı çıkmış, görevinden istifa etmişti. Askeri bildiriyi/muhtırayı bilimsel bir bakışla ele alıp Milliyet’te değerlendiren yazar İsmail Cem ise, bildirinin totaliterliğini (faşist anlayışla kaleme alındığını) ortaya koymuş, bunun üzerine rahmetli Abdi İpekçi de onu alelacele Hindistan’a yollayarak büyük bir belanın dışına kaçırmış, ona babalık yapmıştı .
İsmet İnönü'nün onay vermesiyle, CHP'den istifa ettirilen Nihat Erim’in başkanlığında, AP ve CHP’nin de bakan ve güvenoyu verdiği bir ‘teknokratlar hükümeti’ kuruldu (26 Mart 1971).
Nihat Erim, sola ve demokrasinin genişletilmesini isteyen çevrelere tehditler savuran bir hükümet programını okudu. Erim, cunta adına, CHP’nin tek parti dönemini, 1930’lar faşizmini anımsatan bir konuşma yapmıştı.
Bunun üzerine sol /öğrenci gruplar ayıldılar ve silahlı eylemleri başlattılar. Bu da, faşistlere aradıkları fırsatı verdi. 11 ilde resmen, bütün Türkiye’de de fiilen sıkıyönetim ilan edildi.
Askeri idarenin ne demek olduğunu bilmeyen gazeteciler seslerini yükseltmeye kakıştılar. Çetin Altan ve İlhan Selçuk da dahil, hepsi içeri alındı ve canlarına okundu.
Derneklerimizin birçoğunun yöneticileri askeri kışlalara dolduruldu, topluma gözdağı verildi, kimileri Filistin askısına alındı, dernekler kapatıldı.
Ülkede görülmedik bir terör estirildi, İstiklal Mahkemesi benzeri sıkıyönetim mahkemeleri devreye sokuldu. Biri Çerkes, kimseyi öldürmemiş üç öğrenci,gözdağı anlamında idam edildi.
 

Genel durum
Buraya kadar verdiğim bilgiler tüm Türkiye’nin emekçi ve demokrat insanları tarafından paylaşılmış olan zulme ilişkindir.
Madalyonun bir de ters bir yüzü vardır: Türk olmayan topluluklar, özellikle Çerkesler ve Kürtler üzerinde korkunç bir devlet terörü estirildi. O sıralar demokrasi talebi bu iki etnik kesimden yükseliyordu. Kürtler Doğu’da yoğunlaşmış olan ve milyonları bulan büyük bir nüfustu. Çoğu Kürt, henüz elektriğin ulaşmadığı kapalı köylerde yaşıyordu. O nedenle asimilasyon onları Çerkesler ölçüsünde vurmadı.
Çerkesler bölgelere ve illere dağılmış haldeydiler. Karadeniz kıyıları ve iç ovaları, Marmara ve Ege bölgeleri, özellikle Düzce ve Sakarya yöreleri Çerkesleri 12 Mart müdahalesi öncesinde büyük bir kültürel uyanış süreci içine girmişlerdi. Çerkesçe konuşuluyor, Türkçe türküler Çerkesçe’ye çevriliyor, plak ve kasetler, Çerkesçe kitaplar yayınlanıyor, her tarafta Çerkesçe şarkılar söyleniyordu. 12 Mart faşizmi bu gelişimi teşhis etti, baskılarını, esas olarak bu son kesim Çerkes nüfusu üzerinde yoğunlaştırdı. Baskılar ve korku nedeniyle bu nüfus, 39 yıl önce (1972’de) çocuklarına Çerkesçe öğretmeye son verdi. İç Anadolu ve Akdeniz bölgelerinin doğu yörelerindeki Çerkesler ise 10 yıl daha dillerini korumayı başardılar. 12 Eylül 1980 askeri darbesi ile onların da defteri dürüldü.
Şu anda 30 ya da 40 yaş altı Çerkesler dillerini bilmiyorlar, bilenleri çok az, ancak söyleneni anlayan, ama konuşamayan bir genç kesim de var. 12 Mart’ın Türk ırkçıları ve onların uğursuz izleyicileri zil takıp oynayabilirler, bu dil ve kültür soykırımını ‘coşkuyla’ kutlayabilirler. Ama hiçbir demokrat insandan alkış alamazlar, gittikleri ve gidecekleri yer tarihin çöplüğüdür, Çetin Altan’ın deyimiyle “Lanetliler Bahçesi”dir. Ayrıca onlar halkımızı bitirebilmiş de değiller.
Küllerimizden yeniden doğarız biz!..
 

Bugün dilini bilen genç Çerkes sayısı, bir ulusal gelecek oluşturmak için gerekli olan düzeyin çok altında imiş gibi görülebilir. Bir bakıma bir gerçektir bu, bunu bilmeliyiz. Ama dilimizi konuşmayı daha 30-40 yıl sürdürecek onbinlerce insanımız da var. Ancak faşizmin 40 yıllık bir ömrü kalmış olabilir mi?
Dil, yuvalarda ve okullarda çocuklara öğretilebilir. Bunu başaracak bir potansiyelimiz var, ama bunun için gerekli olanaklar, yasal düzenleme ve özgürlükler yok. En başta da bilinç düzeyimiz çok düşük.İşte bunların kazanılması için mücadele edilmeli.
12 Mart ve 12 Eylül uygulamaları sadece Çerkesleri ezmekle kalmadı. Otuzu aşkın Türkiye dili de konuşulmaz oldu. Vıbıh dili mezara kondu. Korku dağları sarmıştı. Hala bu korku yaşanıyor. Önce bu korkudan kurtulmak gerekiyor.
Daha düne kadar Türkçe’den başka bir dilde konuşan kişilere pis pis bakan, tehdit savuran, dahası saldıran ve katleden kişiler vardı. İki kişi Kürtçe konuşarak yolda yürüyorsa, saldırıya uğrayabiliyordu. Yazar Habraçu Murat Özden ile Çerkesçe konuştuğumuz için İstanbul Beşiktaş’ta ‘nazikane’ uyarıldığımızı hiç unutamam. Bir Cafe’de oturuyorduk, yakındaki diğer bir masada da üç dört kişi oturuyordu. İçlerinden kalkan karayağız bir delikanlı yanımıza gelmiş, “Gardaş, Allah’ına ben de Kürt’üm, ama burada Kürtçe konuşmayın, burası Türk şehri, yakışmıyor” diye uyarmıştı bizi. Kravatlı ve iyi giyimli kişiler olduğumuzdan olmalı, saldırmamış, önce uyarmıştı…
Kürtçe konuşarak yolda yürüyenlerin, sırf Kürt oldukları ve Kürtçe konuştukları için ırkçı güruhlarca linç edildikleri durumlar da yaşandı bu ülkede. Kurtuluş Savaşı sonu çok sayıda Çerkes linç edilmişti, ama yakın zamanlarda linç edilen Çerkesler de olmuş mudur? Bilemiyorum.
 

Bir anı
Düzce’nin kuzeyinde Üskübü diye güzel bir kasaba bulunur, şimdi belediyesi olan bir beldedir orası. Irkçı/ulusalcı çevreler, sonraları oraya Konuralp adını taktılar. Konuralp’in ne olduğunu çevre halkı bilmez, Üskübü der geçer. Birçok Çerkes köyüne de böylesine uydurma adlar taktılar, işi içinden çıkılamaz hale getirdiler, çok şeyi de Arap saçına çevirdiler.
1923-1927 yılları arasında Rum nüfus kademeli olarak Yunanistan’a gönderildi (sürüldü).
Bir gün, Üskübü’de jandarma kahvehaneleri tarıyor, Rumları topluyormuş. Bir köşede de kalpaklı bir Çerkes ihtiyarı oturuyormuş. Jandarma yanaşmış, “Dayı sen ne milletsin?” diye sormuş. İhtiyar Rumların toplandığını biliyormuş, ama Çerkeslerin de sorunlu olduklarını biliyormuş. Çünkü Güney Maramara yöresi Çerkes köylerinin bazıları sürülmüştü . Bu yüzden olmalı,Çerkesler tedirginlik içindeydiler. İhtiyar da korkmuş ve düşünmüş, çıkış yolu olarak da, sorunsuz Tatar adını bulmuş olmalı, Çerkes şivesiyle:
“Teterız efendım” demiş.
Bu anlatı Türk olmayanların devlet tarafından korkutulmuş ve sindirilmiş olduğunun sıradan bir örneğini yansıtıyor. Bu korku bugün de sürüyor.
Bir Çerkes atasözü, “Bahçedeki öküz dövüldüğünde,dağdaki öküzün (dombay/orman sığırının) boynuzu sallanır” der.
Sadece Çerkesler değil, Türkler de dahil bütün ülke yurttaşları, bütün emekçiler ve yoksul insanlar baskı görmüştür, ancak Türkçe konuştuğu için kimse baskı görmemiştir. Fark budur, ek olarak, bir de dil ve kimlik baskısı vardır. Görev, tüm baskı ve korkulara bir son vermek olmalı.
 

2007’deki yüzde 69,1; 2010’daki yüzde 58 ‘Evet’ oyu, halkın korkudan kurtulma özlemini yansıtıyor. Halk çoğunluğu demokrasi ve özgürlük talep ediyor. Ne muhteşem bir şeydir bu? ‘Hayır’ diyenlerin çoğunluğu Alevi olmalı. Onlar duruma başka bir açıdan bakıyor, CHP ve ‘laik’ kesimin kendilerini koruyacağını sanıyorlar. Boş bir beklenti ve endişedir bu. Alevi’yi ve tüm demokrat insanları koruyacak olan şey, demokrasidir, demokratik devletin kendisidir. Aslında tarih boyunca Anadolu’daki topluluklar birbirlerinin dil, gelenek ve inançlarına saygı göstererek bugünlere gelmişlerdir. K.Maraş, Çorum, Sivas, vb gibi katliamlar darbe için gerekçe yaratmak isteyen derin devletin, faşistlerin işidir. Temelinde yağma amacı yatar.
Halk, artık askeri vesayet rejiminden kurtulmak istiyor, bunun mücadelesini veriyor, demokratik yollardan adım adım ileriye gidiyor ve demokrasi çıtası gitgide yükseliyor. Bunun geri dönüşü yoktur, başarı kesindir. Bundan kuşku duymak demokratik safları zayıflatmak olur.
Bu durumda ne yapılabilir?
 

Demokratik bir örnek :İsveç
Geçtiğimiz Cuma günü akşamı, Bandırma derneğimizde Gönenli bir Çerkes’le toplu bir söyleşide bulunduk. Çerkes sol görüşlü demokrat biri, 12 Eylül 1980 darbesi üzerine takibata uğramış ve İsveç’e sığınmak durumunda kalmış olan biri, dört yıl İsveççe ve İsveç’e uyum kurslarına katılmış, geçimini devlet sağlamış, eğitimli biri. Daha sonra bir yolunu bulup eşini ve çocuklarını da İsveç’e aldırmış. Söylediklerini şöyle özetleyebilirim:
“İsveç’in nüfusu 9,5 milyon.Gayet düzenli ve insana saygı duyulan bir ülke.Kuzeyde 20 bin kadar Sami (Lapon) azınlığı var, Samiler dışındaki nüfusun hepsi İsveçli, Samiler de İsveççe konuşuyorlar. İşçi almıyor, sadece baskı gören yabancıları sığınmacı (mülteci) olarak kabul ediyor ve koruyor.
Başkent Stockholm’de 8 Çerkes ailesi idik, birbirimizi arıyorduk.Bizden başka Çerkes yoktu. Çocuklarımızın Çerkesçe ders görmeleri için İsveç Eğitim Bakanlığına başvuruda bulunduk. Bize randevu verildi. Görüşmemizde bize şunları söylediler:
- İsveç yasaları kendi dilinizde eğitim almanıza olanak tanıyor, buna hakkınız var. Değişik dillerde eğitim veriyoruz. Size de destek vermeye hazırız. Ancak sınıf açmamız için en az 11 öğrenci bulmanız gerekiyor. Yasa bunu öngörüyor. Eğer 11 öğrenciniz varsa Çerkesçe eğitimi hemen başlatabiliriz. Yasalarımız 11 öğrenci diyor ama, bu 11 öğrencinin hepsinin tek bir yerde, Stockholm’de yaşıyor olması da şart değil, Stockholm’de 3-5, diğer kent ve kasabalarda da 1-2-3 öğrenci biçiminde de olabilir. O şekilde 11 sayısını buldurmanız yeterli olur. Bir öğretmen görevlendiririz, kendisine bir araba verir, öğretmen haftanın 5 günü değişik şehirlere giderek oralardaki öğrencilere Çerkesçe öğretir. Öğretmen maaşı ve bütün masraflar tamamen tarafımızdan karşılanır, dediler.
Maalesef İsveç’te 11 sayısını bulduramadık ve bu güzel girişimimiz sonuçsuz kaldı” dedi.
Kuşkusuz İsveç’teki özgürlük ortamı, diğer AB ülkelerinde, İsveç ölçüsünde olmasa bile, bulunuyor olmalı. Ancak oralardaki Çerkeslerin büyük çoğunluğu az eğitimli idiler, sanırım İsveç’teki Çerkesler kadar bilinçli değildiler. Sorun bilinçsizlikten ve korkudan kaynaklanıyor. Türkiye’deki korku, “dağdaki öküz misali” oradaki Çerkeslere de yansımış olmalı. Sayıları çok, ama asimilasyon bilinci olmayan ve çoğu kimlik bölünmesi yaşayan kişiler olmalılar. Biliyorum, çok yazdım, bunların birçoğu kapalı kapılar ardında ‘Çerkes’, dışarıda da Türk olan kişiler. Böyleleriyle demokrasi mücadelesi vermek, elbette kolay olmaz. Genellemiyorum, bu bir haksızlık olur, ama içlerinde korkusuzca “Ben Çerkes’im diyecek kaç kişi çıkar” demekten de kendimi alıkoyamıyorum!
Dernekleri de var, ama sonuç, bizdeki gibi ortada. Edilgen, pasif dernekler bunlar. Yazık.
Gönenli Çerkes ise, demokratik bir mücadele vermiş, demokrasi deneyimli ve korku duvarını aşmış olan biri. Diğer yedi ailenin bireyleri de öyle olmalılar.
“Niye bazı kişiler 12 Mart’taki Ankara yürüyüşüne katılmaktan korkuyorlar?” diye sordu Gönenli Çerkes. “Ben 12 Mart günü Ankara Abdi İpekçi Parkı’nda olacağım, umarım orada buluşuruz” dedi dernektekilere.
Biz, bilinçsiz ve gölgesinden korkan kişiler için bir şey söyleyemeyiz. Öyleleri gelmeyebilirler. Biz derken, sadece kendi adıma konuşuyorum. ‘Çerkes Hakları İnisiyatifi’ ya da daha başka herhangi bir hareketle organik bir bağım yok. Ancak tüm kalbimle yürüyüşe ve demokratik taleplere destek veriyorum. Yürüyüşe Türkiye’nin ve bu arada Çerkes halkının gerçek dostlarının ve tüm demokratların katılacağına da yürekten inanıyorum.
Ancak bir Çerkes olduğumuzu unutmamalı ve her türlü taşkınlıktan uzak durmalıyız. Bize yakışacak olanı da budur.
Biz, boş laf değil, İsveç’teki gibi düzgün bir demokrasi istiyoruz. Halkımızın ve tüm Türkiye halkının kurtuluşunu demokraside görüyoruz.
Halk Eğitim Merkezleri’nde Çerkesçe kurs gibi kıytırık bir talep bile Bakanlık tarafından geri çevirilmiş, trajikomik bir durum. Bana göre iyi de oldu. Toplum gerçeklerle yüz yüze gelmiş oldu.
Aslında birkaç kurs, bir iki kürsü ile çözüm olabilir mi? Çözüm global olmalı. Bir çiçekle bahar gelir mi?
Birçok dernek yönetimimiz, ‘dönüş dönüş’ diye tutturarak, 40 yıl boyunca gençlerimizi boş hayallerin peşine taktı, ‘Hayal Tacirliği’ yaptı. Hayal peşinde koşan insanlar her zaman olmuştur. Kitleler boş umutların peşinden gitmezler. Kırk yıl boyunca bunu anlatmaya çalıştık, ama imam, yine de bildiğini okudu. Gençleri demokrasi mücadelesinden saptırdı.
Dönüş de demokratik bir siyasal mücadeleyi gerektirir. Öyle, “Al, Kafkasya’yı sana geri veriyoruz”, demezler.
 

Çözüm
Birey önemlidir, birey toplumun direğidir, toplum özgür bireylerden oluşuyorsa, bir gelecek umudu vardır. Türkiye’de birey ve toplum baskılardan kurtulmuş ve tam özgürleşmiş değil.
O halde hedef, özgürlük ve demokrasi olmalıdır. Bu da bir etnik grubun tek başına başarabileceği bir şey değildir. Başarı için değişik milliyetlerden oluşan ve demokrasiden kazancı olan bütün insanların demokrasi cephesinde birleşmeleri gereklidir. Çözüm için, öncelikle demokratik ilkeler anayasaya girmeli, ırkçı ibareler anayasadan çıkarılmalıdır. Anayasa, AB ya da uluslar arası standartta özgürlükleri ve bireysel hakları koruma altına almalıdır. O takdirde sorun çözülür:
İsveç’te 11 kişi, 11 Çerkes öğrenci bulunamadı, ama Türkiye’nin her bir köşesinde anadilinde eğitim talebinde bulunacak 11 değil, çok daha fazla sayıda kişi bulunur.
Bu bile demokrasi için mücadelenin önemini bize gösteriyor. Gerisi boş laf olur.
Çözüm, yineleyelim, demokratik bir anayasanın kabulüne, anadilinde televizyon yayını ve eğitim hakkı elde edilmesine bağlıdır. Ancak bütün bunlar için özgürlük isteği yüksek boyutta ve düzeylerde seslendirilmelidir.
Halkın bütün demokrat evlatları, gün sizin gününüzdür! Özgürlük yürüyüşü, 12 Mart’ta Ankara Abdi İpekçi Parkı Hacettepe girişinden başlatılacak!
Bu yürüyüşle 12 Mart’ın bastırdığı ve yok etmeyi planladığı dilimize ve kimliğimize, yine bir 12 Mart’ta yeniden sahip çıktığımızı bütün bir dünyaya göstermiş olacağız. Yani ölümü, yeniden dirilişle yenmiş olacağız. Yürüyüşe katılanlar, bunun onurunu ömürleri boyunca taşıyacak, o onurlu günü çocuklarına, torunlarına anlatacak, torunları da yiğit dedeleri ve nineleriyle gurur duyacaklardır! Yürüyüşe karşı sinsi kampanyalar sürdürenler ise, ünlü Rus yazarı M. Lermontov’un cepheden kaçan korkak Çerkes genci, korkak Harun’u gibi lanetle anılacak, onlara kimse değer vermeyecek, öyleleri, eminim, korkak Harun gibi, her onurlu evin kapısından kovulacaklardır (*).
 
 
Açıklama:
Yukarıdaki yazımızda değindiğimiz bir duruma ilişkin olarak, bir süre önce Kaffed Anadili Komisyonu’nda birlikte çalıştığımız ve o zamanlar komisyon başkanımız olan Sayın Uğur Apiş’ten bir açıklama yazısı almış bulunuyorum. Apiş, özetle,  12 mart tarihinde,  Naj Ali İhsan Tarı ile tartışan kişinin kendisi olduğunu,  Çerkesçe bildiğini, ayrıca ‘Adıgece çalışmaları sana mı kalmış’ biçiminde bir ifade kullanmadığını  belirtmiştir.
Buraya kadar Apiş'in söylediklerinin doğru olduğu anlaşılıyor. Biz de, yazımızda hiç kimsenin adını  belirtmemiştik. Amacımız, birilerini suçlamak ya da dedikodu üretmek değildi, bu tür tatsız durumlardan kaçınılması gereğini işaret etmek idi.
Apiş’in bu açıklaması sonrasında Sayın Naj Ali İhsan ve Sayın Abaze İbrahim ile  görüştüm. Her ikisi de olayın yaşandığını, ancak toplantı için sözlü olarak izin alındığını, Sayın Hatko Nuri de izin istendiğinin tanığı olduğunu söylemiştir.  Ancak Uğur Apiş’le birlikte alt kata inip Naj Ali İhsan Bey’in yanına gelen Ankara Kafkas Derneği Başkanı Yaşar Bey’in “İzin aldığınızı anımsamıyorum” dediğini, ardından  tatsız bir tartışma olduğunu, Uğur Apiş’in ayağa kalkarak sert bir biçimde   masaya yumruk  indirdiğini söylemişlerdir. Av. Fahri Huvaj da olayın tanıkları arasındaymış.  
Bilindiği gibi Kaffed, Ankara Kafkas Derneği ‘ne ait olan binada kiracıdır.
Naj Ali İhsan Bey, Kaffed’de Çerkesçe bilmeyen ve “Titrin ne, dil çalışması yapmak sana mı kalmış” diyen kişinin ise Uğur Apiş değil, bir başkası olduğunu ve o olayın, bu son tartışmadan önce yaşandığını söylemiştir.
Durum bundan ibarettir. İşin daha fazla büyütülmemesi  ricasıyla.
Saygılar.
 
 
  Bugün 42 ziyaretçi (155 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol